top of page
  • Yazarın fotoğrafıSeckin Gultan

GİZEMLİ BUHARA

Güncelleme tarihi: 3 Eyl 2020



Özbekistan henüz bağımsızlığını ilan etmeden, 1990 Ağustos ayında seyahat etme ayrıcalığına eriştiğim, geçmişi 2500 yıl öncesine varan Buhara kenti çok güzel, Buhara çok gizemli, Buhara çok özel. Buhara adı, “Vihara”dan geliyor, sanskritçe “Tapınak” yani.


Müslüman Doğu’nun dünyada "Kubbet-ül İslam (İslam'ın kubbesi)" olarak nitelediği 3 kentten biri sayılan “Soylu Buhara”nın bir dakikasını bile kaçırmamak için sabahın köründe düşüyoruz yollara, gün doğarken görüntülüyoruz şehrin uyanışını..... Yüzyılların izleri taşıyan, 9-10 yy.’larda Samani hükümdarlığının başkenti olan Buhara’da, Timur’un cengâver askerlerinden, Çar’ın ayrıcalıklı kumandanlarına, kumandanlardan bolşevik yoldaşlara, topuklanmış yolları, bugün özbek çöpçü kadınların süpürdüğü, 18’lik demirlerle döşenmiş kaldırımları, beynimize kazıyoruz.


Şehrin merkezindeki yaklaşık 400 yıllık “Leb-i Havuz” etrafında dut ve kızılcık ağaçlarının arasında, yaşını gövdesinin heybetinden anlayacağınız dev çınar ağaçlarının gölgesindeki 2*2m. yöresel kerevetlerde uzun oturup, buralarda “olmazsa olmaz” yeşil çay, bazlama ve katı yumurtadan ibaret kahvaltımızı ediyoruz, “artık erken uyanan” özbek dedelerle gözüşüyor, çekinerek selamlaşıyoruz. Özbekler piala denen taslarda ikram edilen ve doldurulan ilk iki tasın mutlaka çaydanlığa geri boşaltıldığı bu sakinleştirici etkiye sahip çayı, “lay, çay, may” dedikten sonra içiyorlar. Nasrettin Hoca heykelinin de bulunduğu havuzun etrafında enfes iki yapı var; tarihi 1570’lere giden “Kukeldaş” ve giriş kapısında hayvan ve güneş figürlerinin yanı sıra Kur'an-ı Kerim'den ayetlerin yeraldığı 1620’lerden kalma “Nadir Divanbeyi” Medreseleri. Bu görüntünün yansıması, usta bir ressamın elinden çıkmış sulu boya bir resimdeki gibi, incecik, titreşen, tehlikeli çizgilerle önümüzdeki göletin suyuna düşüyor. Kerevetimiz etrafında ördekler dolanıyor, sabahın olağanüstü dinginliğinde sadece doğayı, yaprakların hışırtısını ve tesadüfen değdikleri suda çıkardıkları belli belirsiz sesi dinliyoruz.


Efsaneye göre Buhara, altın çağını yaşadığı dönemde, doğa kurallarını öylesi aşmış ki, ışık gökyüzünden değil de... bu kutsal şehirden yansırmış. Bir diğer iddiaya göre de 'Dünyanın heryerine ışık cennetten gelirken, kutsal Buhara'nın ışığı da cenneti aydınlatır.'mış. Aslında turkuvaz rengin hakimolduğu Semerkant’tan sonra kahverengi bir şehir gibi geliyor insana...


Buhara’da görülmesi gereken yerlerin başında, “Po-i Kalan Külliyesi"nde bulunan “Mir-i Arab” Medresesi (1535)" ve "Kal(y)an Camii’ne (1514)" komşu yükselen “Kal(y)an (Büyük) Minaresi” geliyor. Karahanlı Devleti döneminde 1127 yılında inşa edilen son derece görkemli bir camiden bu güne dek ayakta kalabilen 48 m. yükseklikteki bu minarenin tepesine 105 basamakla çıkılabiliyor. 20. yy’a değin, tepesinden aşağıya atılmış olan suçlular nedeniyle, “Ölüm Kulesi” olarak ta biliniyor. İddia edildiğine göre, geçtiği yerleri yıkıp yakmasıyla meşhur ve Buhara’yı da adeta yerle bir eden Cengiz Han bile bu minare’nin yıkılmasını istememiş ve çağının en yüksek binası olan bu yapı, günümüze kadar ulaşmış. Tepesinde yakılan ateş sayesinde, İpek Yolu’ndan geçen kervanlar için “Fener Kulesi” olarak kullanıldığı söyleniyor. "Mir-i Arab Medresesi"ne gelince, faaliyetine halen devam eden bu Medrese ile ilgili görüştüğümüz insanlardan aldığımız bilgilere göre, her yıl özellikle yaz aylarında buraya çok sayıda Türk öğrenci gelip eğitim alıyormuş ve bu kurumlar Türk işadamları tarafından maddi olarak destekleniyormuş. Türkiye’de kapatılan Medreselerin yerini bunlar almış anlaşılan. Bir örneğini gördüğümüz bu odalar bana, çile odalarını hatırlatıyor.


Gün çok sıcak, gün çok yorucu ve yoğun, tabanlarımız şişiyor, parklar yaratılmış bu şehirde de, bunlardan biri alabildiğine büyük, niyetimiz, bu parkın içinde yerleşik, 10. yy.'dan kalma ve halen UNICEF’in koruması altındaki "İsmail Samani Mozelesi"ni görmek. Bu bina görülmeye değer, yapımında kullanılan taşlar –ki bu taşların deve sütü ile çamurla karıştırılmış yumurta akından yapıldığı söyleniyor-, dolgu malzemesi yardımı ile yapıştırılmamış, sadece birbirlerine geçirilmiş ve inanılmaz ama, hala dimdik ayakta duruyor. 892-907 yılları arasında hüküm süren ve Taciklerin atası olarak kabul gören Zerdüştîlikten dönen İsmail Samani’nin kendisinin, babasının, oğlunun ve torununun mezarları da, gelen ışığa göre çok farklı yansımalar veren bu mimari şaheserde yeralıyor. Yapının etrafında üç kez dolaşmamız gerektiği aksi takdirde şansımızın kötü gideceği söyleniyor. Başlangıçta İslam dinini kabul etmekte direnen çok kültürlü ve çok dinli 40 bin nüfuslu Buhara halkının, 1220’deki Moğol istilası döneminde telef edildiği, diğer taraftan, sel ve toprak kaymasından dolayı çamur ve kuma gömülmüş olan bu türbenin talandan kurtulduğu ve ancak 1930’larda Sovyet araştırmacıları tarafından ortaya çıkarıldığı belirtiliyor.


Samani iktidarının Karahanlı devleti tarafından yıkıldığı 999 yılına kadar olan dönem, Buhara’nın en parlak dönemi olarak nitelenmekle birlikte… bu özgün kent, sonraki yüzyıllarda da Orta-Asya’nın en önemli kültürel merkezlerinden biri olmayı sürdürmüş. İslamiyetin en önemli muhaddislerinden biri olan Muhammed El Buhari, dünya çapında bilim adamı İbn-i Sina, Nakşibendîliğin isim babası Bahâeddin Nakşbend’in doğduğu, El-Burunî, Hoca Ahmet Yesevî gibi büyük İslam alimlerinin öğrenciler yetiştirdiği, Ali Şîr Nevaî’den tutun Ömer Hayyam gibi sanatçıların da bulunduğu kentte yüzlerce havuz, türbe, medrese, çarşı, kervansaray, camii ve hatta bir de sinagog mevcut.


Buhara’da insanı çağlar öncesine taşıyan ve adeta zamanı unutturan mekanlar arasında benim en beğendiklerimden biri, dört minaresi de farklı ve şahane süslenmiş “Chor Minor Medresesi”, diğeri de bu yazıya kapak fotoğrafı yaptığım "Trading Domes" yerleşkesi oldu. Diğerlerini, "Magok-i-Attari Camii", "Chashma-Ayub Mozolesi", "Abdülaziz Khan Medresesi" ve "Bolo Havuz" olarak sıralayabilirim.


Kentin mutlaka görülmesi gereken yerlerinden biri de, geçmişi 5.yy’a dayanan “Buhara’nın Arkı (Gemisi)”. Sovyetlerin ele geçirmesine değin, Buhara Emirleri’nin Kalesi olarak kullanılan bu yapı, heybetli giriş kapısı, iki yanında yer alan kuleleri, metrelerce devam eden duvarları ile şimdilerde Müze haline getirilmiş. Eskiden köle pazarlarının kurulduğu uçsuz bucaksız bir meydana bakan yapının arkasındaki zindanlar da, hiç şüphesiz görülmeye değer.


Kente 10 km. kadar uzaklıktaki Buhara’nın en son Emir’inin yazlık sarayını da gezme fırsatımız oldu. Adı okunabilir değil, “Sitori-i-Mokhi Khosa”. 19.yy’da yapılmış olan komplekste iç mekânlarda altın sarısının bolca kullanılmış olması dikkat çekiyor ve bence maalesef yapıyı ucuzlaştırıyor, tabii hemen her odada rastlanan kristal avizelerin bu ucuz duruma etkisini de küçümsememek gerek. İçerde çok miktarda porselen ve gümüş eşyaya da rastlanıyor. Sarayın bence en enteresan bölümü bahçesi, oldukça büyük ve minyatür bir hayvanat bahçesini andırıyor, son derece değişik hayvanlar (özellikle kümes hayvanları) serbestçe dolanıyorlar. Bir de havuzu var sarayın ve hemen yanıbaşında da Emir’in havuza hâkim süslü şadırvanı. Söylendiğine göre Emir her akşamüstü bu şadırvana gelir, havuzda eğlenmekte olan bir rivayete göre 300, bir diğerine göre 40 genç kadından oluşan haremini seyreder, gitmek üzere iken de elinde getirdiği bir adet çiçeği fırlatırmış havuza. Çiçeği kapan kadın ise o akşam 1920 yılına kadar hüküm sürmüş olan Emir ile birlikte olma ayrıcalığına sahip olurmuş.


Özbek kadınların sorunu pek çokmuş kısacası, benim yaşadığım en önemli sorun ise, su sorunu, içmeye su bulamıyorum, hayatım boyunca terlemek gibi bir sıkıntım olmadığı halde sanırım ben bile su kaybediyorum gölgede 45 C sıcaklıkta ve bunu telafi etmeliyim. Parkta bir kulübe buluyoruz ve kulübede şerbet satıyorlar. Lekeleri ve kiri 10 m. uzaktan görünen bir damacana dolusu şerbet ve iple bu damacanaya bağlı herkesin ortak kullandığı bir bardak, önünde de en az 50 m. lik bir kuyruk. Bendeniz, annem dışında kimsenin tabak çanağını kullanamayan ben, büyük konuşmamayı burada bir kez daha öğreniyorum (bu anlayış uzun süre daha devam edecek ya) ve o kuyrukta bekleyip o fena halde tatlı şerbeti, diğerleriyle aynı bardaktan içiyorum. Bu arada, ben bu noktaya gelene kadar, benden daha mütevekkil olan yol arkadaşlarım tarafından epeyce alaya alınmış durumdayım. Bu olayla birlikte buralarda Frambuazlı pasta ya da böfstrogonof bulunabilirliği konusunda benimle dalga geçmekten vazgeçiyorlar. Akşamüstü bir folklör gösterisine davetliyiz, kırmızı ve pembe ağırlıklı yöresel kıyafetleri içinde uzun saç örgülü kızlar dansediyorlar, bizdeki alaturka operetler benzeri düet yapıyorlar tabii bizler tek kelime dahi anlamıyor ancak efendi efendi kerevetlerimiz üzerinde oturup gösterinin sonuna değin bekliyoruz. Bu müziğin beni cezbettiğini hele ki duygulandırdığını söyleyemem, daha ziyade saz ve bizdeki darbuka benzeri enstrümanlar var.


Işık Doğu’dan yükselir de…. akşamlar da Doğu’da erken iner, ve sabahın bomboş sokaklarında bu kez, yani akşamları, çocuksu mutlulukları yüzlerinden okunurken, kız mı erkek mi oldukları aynı yüzlerinden anlaşılmayan rengarenk kıyafetli çocuklar saklambaç oynuyorlar.


Nasreddin Hoca, vatansız ya da tam tersi Orta-Asya’dan Anadolu’ya çok vatanlı hepimizin benimsediği, içimizden biri.... Onun (“Molla Efendi”!/?) izlerine rastlıyoruz burada hemen her yerde. Ancak bizler onu Anadolu’da daha sevimli hayal etmiş/yaratmış/yaşatmışız sanki, zira buradaki Hoca bana daha çirkin, daha az kilolu ve maalesef daha ciddi geliyor. Haa unutmadan… eşeğine de düz biniyor muhterem :)


Buhara’dan sonra gitmeyi planladığımız yer Hiva, ancak bu şehir için vizemiz yok, kaçak olarak gireceğiz. Bu ülke vatandaşları nüfus kağıdından ziyade pasaport taşıyorlar ve böylelikle seyahat ediyorlar.

Sağlıcakla... Seyahatle.... Khiva'da görüşmek üzere.


Seçkin Bilgen Gültan - SBG

Seyahat Tarihi: Ağustos 1990

Seyahat fotoğraflarına aşağıdaki bağlantıdan erişebilirsiniz;


Buhara'dan önceki durağımız olan Semerkant yazısını okumak isterseniz https://www.simplysi.net/post/semerkand-i-g%C3%B6rmeden-%C3%B6lmeyi%CC%87n






72 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page